TAMER ERGEN: Hakkında yazı yazacağım en zor aramızdan genç ayrılanlardan biridir. Canım kardeşimdir. Komşularım Gökhan Nazmiye Ergen çiftinin büyük çocuklarıdır. Elimizde, evimizde büyüdüler nasıl ki biz onların anne, babalarının elinde, evlerinde büyümüşsek. Ortaokula bir süre gidip bıraktı. Ona göre değildi sıkılmak. Sevmedi kafasına bir sürü bilgi sığdırmayı. Hürriyetine düşkündü. Çok yumuşak kalbine rağmen isyan edebiliyordu. Yaşı ilerleyince annesinin onunla ilgili kaygıları artmaya başladı. Ne yapacağız biz bu oğlanla. İş olsa da işe girse, çalışsa ne iyi olur, zaten tarlamız yok, ne ile baş göz edeceğiz biz bu çocuğu demeye başladı. O sırada köyde Ergene köprüsü inşaatı yapılıyordu. Köyümüzden de insanlar alıp çalıştırıyorlardı değişik alanlarda kabiliyetlerine göre. Tamer de komşumuz Ceviz’in muhtarlığı sebebiyle yardımcı oldu işe girdi. Yaşı çok genç ve toydu, daha on yedisine yeni girmişti. Ona dinamo bekçiliği görevini vermişler. Kırda şehir cereyanı olmadığı için elektrik motorlarla üretilirdi. Kendisine defalarca tembihlenmesine rağmen su çukuruna girmiş ve motorun ürettiği yüksek elektrik akımına kapılarak köprünün köy yönündeki üçüncü ayağının çukurunda can vermiş.
Olay olduğu gün Saroz körfezinde denizde idim. Uzunköprü Özel Arda Dershanesinde çalışıyordum. Cuma günü köye gelecekken dershane sahibi, müdürü, ilkokul öğretmenim Yılmaz Haklı:
-Boş ver köye gitme bu hafta sonu gel sen de bizimle denize. dedi.
Gittik hep birlikte. Pazar günü Tamer vefat etmiş. Defnedilmiş. O zaman telefon falan da yok. Haberim olmadı.
Pazartesi günü dersten çıktıktan sonra geceyi geçirmek ve ailemle görüşmek için köye gittim. Ancak saat geç olduğu için köyümüze gidecek araba kalmamıştı. Küplü’ye kadar araba bulabildim. Oradan öte üç km yolu nasılsa bir şekilde giderdim. Küplü içinde oyalandım Hacı Yunus’un Ömer (Gündoğan) işçi almış, onları getirmişti Küplü’ye. Araç çıkmıştı köye gitmem için. Hemen traktörün çamurluğuna oturdum, köye doğru yola çıktık. Yolu yarıladık söz döndü dolaştı:
– Dün Gökhan’ın oğlanı da sakladık. a geldi. Dünya ters döndü, beynim karıncalandı,
hayata, her şeye isyan, kulaklarıma isyan ettim. Yanlış söyledi bu adam, ben yanlış duydum. dedim o birkaç saniye. Adamın sözlerini düzeltmesi için:
– Ne Gökhan’ı, ne Tamer’i, demek geldi içimden ama ya aynı sözü tekrarlarsa diye
korktum. Ancak ya yanlış söyledi ise boşuna kahrolmayayım diye sordum son bir umutla. aldığım cevap:
– Senin haberin yok mu? Oldu.
Neden haberim olacaktı ki. Ne olmuş olabilirdi ki o civan gibi Tamer’e. O
gözümüzün nuru, gönlümüzün ışığı Tamer’e? Adam anlattı, ben bir şeyler duydum duyduğumdan kahrolarak, o anlattı, ben kahroldum. Niye görmüştüm ben bu adamı, niye yanında oturmuş, niye konu buraya gelmişti. Olmasaydı olmaz mıydı? Yaşanmamış olsaydı bu an, hatta bu hafta sonu. Bütün kainat yerinde dursaydı, zaman mekan cumadan pazartesiye geçse ne olurdu ki. Olmazdı böyle bir şey, Allah istese her şey olurdu da biz isteyince olmuyordu işte. Artık sadece Ömer aga konuşuyor ben duymuyordum. Eve nasıl gidecek, Gökhan amcaya, Nazmiye yengeye nasıl başınız sağ olsun diyecektim ki. Beni yıllarca gelip yataktan kaldıran Tamer yoktu artık öyle mi? Geç yatınca sabah kalkmak zor olurdu, evdekiler gelip kaldırmaya çekinirler, Tamer’i yollarlardı:
– Hadi be hey ne yatıyorsun, kalksana geç oldu derdi, mızmızlanırsam gelir üzerime çıkar, tepinir beni illa uyandırır, kalkmamı sağlardı. Ona kızmak, git demek, kalkmıyorum demek olacak şey değildi ki.
Ortaokulda İngilizcesi kötüydü, annesi.
-Biraz yardım et şu kızana belki geçer sınıfını be kızanım dedi. Denedik ama yok olmadı, her şeyi konuşuyorduk, ancak öğrenmesi gerekeni asla öğrenmek istemiyordu.
-Boş ver be Enver aga, geçerim ben nasıl olsa. derdi.
Geçmedi, geçemedi tamam da hayat okulunu da geçemedi.
Traktörden inince arkadaşım İdrislere gittim. Ağladım, ağladım, ağladım, gözümdeki yaşları bitirmek, içimin acısını dindirmek, hatta Gökhan amca ile Nazmiye yengenin bile acısını hafifletir belki diye de ağladım. Belki bir saat kendime gelmeyi bekledim orada. Benim ne beynim kalmıştı, ne aklım fikrim. Bir sarhoş uyuşukluğunda ayaklarımı sürüyerek evimize veya evlerine gittim. Zaten bahçelerimiz bitişikti. Arada bir engel yoktu ne duvar, ne kapı. Biz onlarda yaşardık, onlar bizde yaşardı. Ölümünün daha ikinci günü idi Kur’an tilaveti vardı. Kardeşlerim zaten orada idiler. Tam akşam ezan vakti olmasına rağmen dünden beri evde değil orada yaşamışlardı. Onlar da yorgun, perişan, bitkindiler. Kaçılmaz, kaçınılmaz bir anı yaşamak çok ama çok zordu. Bir anneye, on yedi yaşında evladını kara toprağa vermiş bir anneye:
-Başın sağ olsun. Demek çok zor oluyor ben bunu zaten daha önce de yaşamıştım. Dört yıl önce annemin teyzesinin oğlu İsmail ağabeyim Ergene’de boğulunca da söylemiştim. Hayatımda söylemeyi hiç düşünmediğim sözleri söylemiştim. Çok zor kuruldu, çok zor dile getirilip söylendi o sözler. Zaten benim dediğimi duyduklarını zannetmiyorum ikisinin de. O anda evlatlarının ölmemiş, birazdan çıkıp geleceğini, boyunlarına sarılacağını biz ölmedik, siz niye bizim için ağlıyordunuz ki diyeceklerini düşündüklerine inanıyorum. Tam tamına otuz yıl geçti Tamer’i kara toprağa vereli. Kabri mezarlığın girişine yakın, dede, amca ve diğer aile büyüklerinin kabri yanında, toprağa uzanmış bir servi olarak yatıyor. Hiç yakışmayan bir yatışla. Gidip duasını okuduğum her sefer onun bana seslendiği gibi:
-Tamer, hadi kalk artık, yeter yattığın, gidelim.
-Kalk bak arkadaşların evlendi, çoluk çocuğa karıştı, annen, baban da senin mürüvvetini görsün, hayalleri vardı seninle kalk da gerçekleşsin hayalleri artık.
Ne diyebildik, ne dedik de duyurabildik.
Annesi hala o fasulye arabasında oğlunun ölüm haberini aldığı anın yıkılmışlığından çıkabilmiş değil, ne konuşursak konuşalım, konu bir şekilde gelip Tamer’e bağlanıyor. Tamer’in adı 11 yıl önce kardeşi Murat’tan dünyaya gelen yeğenine verildi. Biz Tamer’i de çok seviyoruz, ama bizim Tamerimizle ilgili yaşanmışlıklarımızı ne yaparsak yapalım yok sayamıyoruz, unutamıyoruz. Zaten unutmak da istemiyoruz. İnadına yaşamak, yaşatmak istiyoruz. Mekanı cennet olsun. 1969 Yılında dünyaya geldi.23.08.1986 tarihinde vefat etti. Henüz 17 yaşındaydı. 26.06.2016 – İZMİT
KISACIK
Benden sonra kaçıncı ekiliş,
Kaçıncı harman bu anne?
Dövenlerde dönmeyen başım,
Neden hep dönüyor anne?
Ergene’nin temiz suyuyla arındırılıp
Kaç koyun kırkımı yaşandı?
Elimde büyüttüğüm kuzular
Peşimde gezen Karabaş nasıl anne?
Köprü oldu(m) gelip geçmeye,
Vade(m) yetmedi güzeller içinden
Birini beğenip seçmeye.
“Gelinim” dedirtemedim sana anne.
Unutacak yüreklere girilmez,
Ben kaç yürekte yaşıyorum?
Unutmayanlarım hâlâ
Sorup duruyor mu anne?
Meydanlara sığmazken,
Sığdırdılar tabuta.
Herkese yeten dünya,
Bir bana mı dar geldi anne?
Her bahane ile konuşup görüştüğüm,
Gün doğumundan buluştuklarım,
Bakmaz mı yollarıma komşularım,
Seslenmez mi kimse adımı anne?
Zaman ne çabuk geçti?
Ömür bu kadar kısa mıydı?
Rüya bile bundan uzundur,
Rüyalarına giriyor muyum anne?
Daha terlememiş bıyığımı,
Kim, nasıl, ne diye kesti?
Sene seksen altı,
Ağustos hayli sıcaktı anne.
Gözlerim kaldı geride,
Gözlerimin mavisi
Deniz oldu, bulut oldu.
Kime yadigâr gözlerim anne?
24.02.2019-İzmit