EDİRNE ADASARHANLI KÖYÜ

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Ailelerimiz
  4. »
  5. TRAKYALI AHMET

TRAKYALI AHMET

Enver Erkan Enver Erkan -
520 0

TRAKYALI AHMET

GÖNENLİ AHMET

TAHSİNİN AHMET

AHMET SÖZER

İnsan hayatı, üzerinde yaşadığımız dünyanın yaşıyla kıyaslanınca öyle ahım şahım bir zaman dilimi değil. Milyarlarca yıldan beri dönüp duruşuyla zaten bizim cüce ömrümüz hiç kıyaslanmaz. Bir nokta kadar etmez bizim yaşam süremiz. Binlerce yıldan beri üzerinde yaşayan insanları düşününce kimden kime ne? Kim tanır dedesinin babasını? Hadi onu da tanıdı, ya ondan öncesini merak eder mi? Kaç yaşında nerede öldü? İlk kimi sevdi? Acaba sevdiğini aldı mı? Acaba hayallerinden ne kadarını gerçekleştirdi, ne kadarını gerçekleştiremedi? Öbür tarafa giderken “Eh be iyi yaşadım ha, mı dedi? Yoksa biraz daha şansım olsa falanca işi de yapıp bitirseydim iyi olurdué, mu dedi? Vs.

Zaten herkesin hayatını günü gününe bilecek olsak bu defa kendi ömrümüzü yaşamaya zamanımız kalmazdı. Devrini tamamlayan, kayan yıldızlar (meteor) gibi usulca evrendeki yeni yerini ya da yersizliğini alıyor. Neredeyse yüz yılda bir insanlık büyük savruluşlar yaşamış. Yüz yıl öncenin Türkiyesi nüfus olarak hepi topu on üç milyonmuş. Balkan Savaşları (1912-1913), Birinci Dünya Savaşı içindeki cephemiz Çanakkale Savaşı (1915-1918), Kafkasya Cephesi (1914-1918), Kurtuluş Savaşı (1919-1922) derken yıllarca can verilmiş cephelerde.  Kurtuluş Savaşı ile düze çıkmışız. İkinci Dünya Savaşına girmedik. 1974 Kıbrıs Barış Harekatını saymazsak yüz iki yıldır savaşsız yaşamışız. Bu arada çalıştığımız kazandığımız kendimize kalmış, doğanlar ölmek yerine hayata katılmış. Savaşa, devlete insan lazım olmayınca, gelişen tıp ve ilaç sanayi sayesinde hastalıklar azalıp doğan çocukların hayatta kalması, insan ömrünün uzaması ile aileler çok çocuklu dönemden az-öz çocuklu döneme döndü.  O yokluk yıllarının getirdiği “azıcık aşım ağrısız başım” mantığı yerine “emek eder emeğimin karşılığını alır iyi hayat yaşar gelecek kuşaklara yatırım yaparım” düşüncesi üstün gelmeye başladı insanlarımızda.

Köyümüz 1940 yılından önceki yerinden bugünkü yerine taşınırken Eskiköyümüz olan Saranlı’da yaşayan hak sahiplerine şu andaki köyümüzde ev yerleri ve bahçeler verilmiştir. Ev yerlerine evlerini kurmuşlardır. Yerli halktan başka mübadelelerle Balkanlardan anayurda gelenlere arsalar verilmiş veya zaman içinde evlatlardan baba ocağından ayrılıp bahçe olarak verilen ikinci arsalara evler yapılmış. Köyümüze bir şekilde 1940 sonrası gelenlere para karşılığı satılıp ev yapılan arsalarla köyümüz özellikle 1960-1970 lerde nüfus ve hane olarak artmışken 1980’lerde duraklama 2000’den sonra göç vermede hızlı bir döneme girmiştir.

Arnavut Sayıt’ı da tanıdık, Kürk Raşit’i de. Köyümüz nüfus olarak büyümekten küçülmeye döndü lakin zaman içinde. Artık göçlerin getirdiği dağınıklıkla, ailelerin temeli olan anne babanın vefatıyla köydeki arsalar, evler kardeşler tarafından satılıyor.  Bunlar ya ikamet etmek için alıcı buluyor ya da yatırım amaçlı alıcılar tarafından alınıyor. Kısacası yüz yılın sosyolojisi,  psikolojisi, kültürel yapısı değişip duruyor.  Çocukluğumuzun geçtiği, anılarımızın yaşandığı o köy, evler, sokaklar artık bizim tanıdığımız insanlarını kaybedince cazibesini de kaybedecek.

Dışarıda yaşayan ve kendisi ile irtibatlı olduklarıma;

– Gidiyor musun köye? dediklerim ya günü birlik ya da bir iki günlüğüne. Çünkü artık çevresi, yeni yaşadığı, yıllarını verdiği yerler olmuş. Arkadaşlar, akrabalar edinilmiş. Üstelik başını sokacağı bir evi bırak oda bile kalmamış, eşyasını da gittiği yere götürürken geri döneceğini düşünse de inanmamaya başlamış yıllar içinde. Ev, eşya ister, elektrik, su, telefon, internet ister. Isınmak ister, soğutmak ister. Köydeki ev artık oraya dönmeyecek çocuklar için gereksiz yatırımdır. Anne babalar için tek başına yaşanamayacak mekanlardır. Komşuya belki eşyanızı, tavuğunuzu kısa süreliğine emanet edersiniz de anne babayı da olmaz ki. Onlar alışamayız dedikleri yerlere alışıyor ya da alışamasa da yaşamak zorunda kalıyor. Çünkü çocuklarının geçimi artık köyde değil yeni yerleştiği yerdedir. Evi orada, çocuğunun okulu, arkadaşları oradadır. Yaşlılar da mecburen artık özellikle kış mevsimlerinde oraya.  Adına çocuk bakmak ya da kendine baktırmak deyin ne derseniz deyin.

Konumuz Ahmet Sözer.

1950 doğumlu. On dokuz yaşında köyden ayrılmış. 1969 dedi köyden ayrıldığı yıl olarak.  Ben köye gidip geldiği yıllarda duyup tanıdım Ahmet Sözer’i. Dedim ya gençken enerji oluyor. Anılar taze oluyor, hayaller daha canlı kanlı oluyor. Yollar, mesafeler hayallere set olamıyor. Eş, dost, hısım akraba daha sık ziyaret ediliyor. Gittiğiniz yerde hoşlayanınız çoksa keyifle gidersiniz. Azaldıkça keyfiniz kaçar. Yol yorar, gitmeden dönüşü düşünürsünüz. Sizin yaşadığınız heyecanı zaten eşiniz ve çocuklarınız yaşamıyordu. Hatıra binaen gidip geliyorlardı. Hatta belki çaresizlikten, güçlerinin yetmediğinden, size mecburiyetlerinden giderler. Mecburiyet bitince işler tersine dönmeye başlıyor artık.

En çok Ceviz’in Hasanla görürdüm onu. Yaşıttılar, sıkı arkadaştılar. Ta Balıkesir –Gönenden 2000’lik Fort traktörle köye gelmişti. Belki ağabeyi Mehmetle ortaktı ve yaz sezonu için tarlaları ekmeye gelmişti. Yaşı 74 ve hala nakliye işleri ile meşgul.  Büyük ihtimalle kışın traktörle şehir içi nakliye işleri yapıyor ilkbaharda, bağ bahçe işleri yapıyordu ücret mukabili o traktörle Gönende. Bıçkın bir delikanlı idi. Hareketli hoş sohbet, neşeli.

Araya bu anıyı ekleyeyim yoksa kalacak. Dedim ya Hasan Cevizle sıkı arkadaştılar. Birlikte kurbağa avladıkları bir gece eve gelip yatıp uyumuşlar. Lakin o gecenin sabahında kurbağa çuvalının ağzı çözülmüş nasıl olduysa. Kurbağalar birer ikişer çuvaldan çıkıp bahçeye yayılmış. Bir avlu dolusu kurbağa olmuş. Yengesi Faize hanım söylenip duruyormuş. Hatta kurbağalar komşu bahçelere kadar yayılmış. Hangi birini toplayacaksın. Olan olmuş o gecenin yorgunluğu ekonomik hayata bir katkı sağlayamadan boşa gitmiş.  Kurbağalar girdi sadece, geceler torbaya girmedi ya ertesi gece yine ovada kurbağa toplamaya devam.

Ahmet aganın babası Tahsin Aga Yunanistan göçmeni imiş. Annesi Eda hanım Altınyazılıymış. Tahsin aga oraya iç güveyisi gitmiş ama sonradan köye geri gelmiş ve köyümüzde hayatına devam etmiş. Dört çocukları varmış.

En büyükleri Altınyazı’ya evlenmiş ve daha sonra İstanbul’a taşınmış olan Muradiye hanımdır.

İkinci kardeş İsmet’miş. Lakin nişanlılık döneminde Cevizlik mevkiinde yıldırım düşmesi sonucu vefat etmiş. Düşününce ne kadar da çok insanımız yıldırım isabet etmesi sonucu terk-i dünya eylemiş.  İsmet vefat ettiğinde yaşı yirmi iki yirmi üç civarında olmalı  çünkü askerliğini yapıp dönmüş vefat ettiğinde.

Üç numara Mehmet. 1979’da köyde kooperatif katipliği yaptığım yıl o da kooperatifte çalışıyordu. Bir yıl muhabbetimiz oldu. Tabii köyde karşılaştığımız diğer zamanlarda da oldu lakin o yıl biraz daha fazla olmuştu. Hep güleryüzlü olarak hatırlarım kendisini.

Ahmet aga ailenin en küçük çocuğudur. Annesi Eda hanım, Ahmet henüz üç dört yaşında iken vefat etmiş.  Babası komşu köyümüz Büyükaltıağaç’tan ikinci bir evlilik yapmış ancak maalesef yürümemiş ve daha yolun başında ayrılmışlar.  Daha sonra Balıkesir Gönen’de Ayşegül hanım ile evlenmiş. Ayşegül de aslında Altınyazı köyündendir. Onun da eşi vefat etmiştir ve Tahsin efendiyi Gönen’e iç güveyisi olarak almıştır.

Eda annelerinin ölümünün ardında on dört- on beş yıl boyunca ablaları Muradiye ailenin ev işlerini, hizmetlerini görmüştür.

Ahmet de on dokuz yaşında iken Gönen’e gitmiş. “Artık geri dönmem, diye düşünmüş. Ben kalırım oralarda,” demiş. Öyle de olmuş. Çünkü;

1969 yılında Gönen’e gidişinin üzerinden dört ay geçince eşi Remziye hanımla evlenmiş. Ahmet kendi çocuklarından birine rahmetli ağabeyinin adı olan İsmet’i vermiş, ağabeyi Mehmet de kızına annelerinin adı olan Naziye ismini ve oğluna ağabeyi İsmet’in adını vermiş.

Köye sık sık gelirdin peki eşin ve çocukların da her defa seninle gelir miydi? Dediğimde:

-Hayır, ben tek gelirdim, dedi.

Köye ailenle birlikte dönmek ve yaşamak istediğin oldu mu? soruma da:

-Eşim kesinlikle böyle bir duruma karşıydı, dedi. Ve eşi haklıydı bence. Herkesin kendi memleketi, doğup büyüdüğü yer değerlidir. Ama sonuçta doyduğu geçimini sağladığı yer yurt edindiği yer memleketi ve değerlisi oluyor. O yüzden Yahya Kemal Sessiz Gemi şiirinde;

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.

Mısraında tam olarak bunu anlatmasa da bu duruma da uygun düşüyor.

Ahmet – Remziye çiftinin üç çocuğu olmuş.

A.1. İsmet.  Ayşe hanımla evlidir. Batuhan, Oğuzhan isminde iki çocukları vardır.

A.2. Nusret. Zümra hanımla evlidir Ahmetcan ve Edanaz isminde iki çocukları vardır.

A.3. Samet. Eşinden ayrıdır. Rüya ve Emir isminde iki çocukları vardır.

Yazımın eksikleri ve aile bireylerinin diğerlerini de tanıtmam için yeğenlerden, kuzenlerden bilgi almam gerekiyor. Bakalım inşallah nereye kadar götüreceğim.

Yazının hazırlanmasında bilgisine baş vurduğum Ahmet abiye ve oğlu İsmet’e yardım ve anlayışlarından dolayı teşekkür ederim.

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir