NASRETTİN’İN AVCILIĞI
Nasrettin’i köyde çoban arkadaşı olarak Ramadanların Ali Ergen’den ya da çeltik komşusu olarak Bıyıklı’nın Nazif Soyupak’tan dinlemek lazım ki bir kitap dolusu anı çıksın.
Yetmişli yıllarda çeltik tarlalarında motor beklemek, tir patlamasın diye ekiliş öncesi yerleri doldurma dönemlerinde çeltikte, motorun başında kurulan kulübe, bina, çardakta yatmak adetti. Gündüz işini gücünü takip eden çeltik sahipleri, motorcu veya yamaklar akşam olunca birbirlerinin binalarında buluşup gaz lambası, lüks, ayışı altında ocakta kaynayan çayla demli demli sohbetler ederlerdi. Sonraki zamanlarda yani işler tamamen azalmış, çeltikler umuda dönünce nasılsa işin sonu para olduğunda yemek ve içecekler masada farklı olmaya başlardı.
Nazif’in anlattığına göre çeltik binasında meze olarak Su Bülbülü (Kurbağa) bacağını da Nasrettin sayesinde denemişler. Yetmişli yıllarda çeltik tarlalarından toplanan kurbağalar Küplü’de toptancılara verili nakde çevrilirdi. En bol bulunan et deposuydu.
Madem başkaları yiyor biz de deneyelim deyip nasıl pişirileceğini öğrenip hayli de güzel olduğunu görünce her erde bol bulunan bu protein kaynağını iyi değerlendirmiştir.
Çeltik komşuluğu olan bir diğer isim de Cavit’in Yunus da ortak bir anılarını paylaştı. Onu da burada aktaralım yeri gelmişken.
Fatih Sultan Mehmet Rumeli Hisarı’nı bir manda derisi alana yaptırmıştır. Bizanslılardan sadece bir manda derisi yer istemiş Anadolu Hisarı karşısına düşen bir bölgede boğaz kıyısında. Adamlar da Fatifteki zekayı nereden bilsin, tamam demişler.
Fatih taze yüzülmüş iri bir manda derisini ustura ile kesilebilecek en ince şekilde kestirip ip haline getirmiş ve ip içinde kalan otuz dönümlük alanı almıştır. Bizanslılar bu durum karşısında biraz ileri geri konuşup olmaz deseler de manda derisi ip elçiye gösterilince artık söz verdik dönemeyiz demiş olsa gerek. Ses çıkarmamış/çıkaramamışlar.
Çeltik tarlalarında uygun durumda olan köylüler tavuk, kaz, ördek de bakarlardı. nasılsa yaz boyu orada insan olacaktı, hayvanlara su gerekmeyecek sadece yemleri verilecekti. Zaten kırda ot, çimen, böcek de yiyeceklerine göre yemden ve kümes, bahçe temizliğinden iş gücü ve zaman olarak da tasarruf edilecekti. Bizim de Kocakırlar’da göle salıp bıraktığımız ördek bakmışlığımız vardır birkaç yaz. Bütün yaz ana gölün nimetlerinden yararlanan ördekleri eylül sonu, ekim başı gibi eve dönülecek zaman bir şekilde yakalayıp eve getirirdik. Bizde kümes ya da ona benzer bir şey yoktu. Gölün içinde suda yaşadıklarından tehlike karşısında kendi maharetlerine kalmış artık suya dalıp kurtulmaları. Çünkü her gece çeltik tarlasında yatmazdık, onlar da kendi başlarına kalırdı. Lakin iyi kötü yakınlarda çeltikte yatan komşular olurdu onlar göz kulak olurdu. Ya da kimse kimsenin malına göz koymaz, emindik zarar gelmeyeceğinden. Bazı komşular kümes ya da tel örgü yapıp korunaklı hale getirirlerdi. Hatta birisi o kadar sağlam ve korunaklı yaptığını söylemiş ki kimse veya bir şey onlara zarar veremez, yakalanması imkansız demiş. Nasrettin ben yakalarım, demiş. Yakalayamazsın, yakalarsın derken iş iddiaya binmiş. Sadece iki kolumu havaya kaldırıp indireceğim kaç tane yakalarsam hepsini alırım, demiş. Tamam demiş sahibi de.
Hoca birkaç gün sonra akşam saatleri hayvanların kümese, çite toplandığı bir saatte traktörde getirdiği serpme dediğimiz balık ağını hayvanların üzerine atmış ve altında kalan yedi sekiz civarında ördek, piliç Allah ne verdiyse çuvala doldurup kendi çeltik binasına götürmüş, o gece komşusu çeltikçiler sabaha kadar ördek tavuk temizlemiş sonra da geç vakitte de olsa organik etlerle ziyafet çekmişler.
İddiaya girerken kaybetmeyi göze almadınız mı hiç girmeyin derim.
18.07.2023/İzmit