EDİRNE ADASARHANLI KÖYÜ

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Anılar
  4. »
  5. MAZİDEN HALE YANSIMALAR

MAZİDEN HALE YANSIMALAR

Enver Erkan Enver Erkan -
475 0

Bir Zamanlar-Bize Dair.
Ömer , geçen ay dayısının oğlundan aldığı kılıç kanat güvercinlerinin yumurta yaptığıni söyledi. Artık durulur muydu. İlla gidilip görülecekti sanki ilk defa güvercin ya da güvercin yumurtası görüyorduk.  Ama onlar “kılıç kanat”tı gökyüzünde uçarken kesinlikle fark ediliyorlardı. Zaten hemen her gün bir bahane ile birbirimizin güvercinlerini görüyor ve akşam üzeri muhakkak kümeslerinden salıp gökyüzünde uçurtuyorduk.  Bugün akşam üzerini beklemeden kümese gittik ve onlar için yeni yaptığı yuvaya bırakılmış iki yumurtayı gördük. Bir aksilik olmaz yavrular yumurtadan çıkarsa kılıç kanatların sayısını arttırmayı düşünüyordu Ömer. Nedense bu cinsi daha çok sevdiğini söylüyordu.
Kümeste onların çoğalmasını çok istiyorum, dedi. Kılıç kanat, kanat telekleri belli bir açıyla incelip kanat ucunda tek bir telek olandı.
Taklacı, paçalı, ala, kümesteki diğer güvercin cinsleriydi. Arkadaşlar arasında yumurtadan çıkan yavrular belli bir büyüklüğe erişince takas edilir ve her kümeste meraklısının istediği cinsten güvercin olurdu.
Kümeslere sebze meyve sandıklarından yuvalar yapılır sıra sıra dizilirdi. Yemlikler ve suluklar hemen her gün temizlenir, bakımdan geçirilir; yem ve sular tazelenirdi.
Diğer komşularımız Yunus ve İbrahim iki amca oğluydu ancak ikisinin de ayrı ayrı güvercinleri vardı. Kiminkiler daha cins, daha güzel, daha bakımlı diye tatlı sert tartışmalar olurdu aramızda. Bütün tartışmalar muhabbet olarak kalırdı. Birbirimizden güvercin alış verişi yaparak hepimizin kümesinde değişik cinste güvercinimiz olurdu.
Kış aylarında yumurtlayan güvercinlerin yumurtaları ve yavruları üşümesin diye kapalı sandıklardan da yuva yapılırdı sadece giriş deliği açık bırakılırdı. Yazın o kadar sorun olmasa da kış kafesleri önemliydi.
Akşam üzerleri uçurulan güvercinlerin pikeleri, süzülmeleri, taklaları seyretmeye doyum olmayan etkinliklerdi. Hele de aynı saatlerde uçurulan başka sürülerden bir güvercilik kendi aralarına katıp inerlerse o daha bir keyifli olurdu. Sürü sahibinin koşa koşa kan ter içinde gelip
– Abi sizin güvercinler benim güvercini çekti, şunu tutun da bana verin, demesi keyiflere keyif katardı.
Yine böyle bir kuş uçurma vaktinden sonra annesi Cemile hanım yenge elinde iki kase ile kapıdan seslendi.
-Yeter bıkmadınız şu kuşları seyretmeye. Gelin de pelte yiyin, sıcak sıcak. Yeni kanattım, bakın bakalım güzel olmuş mu? dedi.
Cemile yenge yapacak da pelte güzel olmayacak öyle bir şansı var mı?
Pelte köylerde olmazsa olmaz zahirelerdendir. Yazın küp içinde bekletilip yumuşatılan, olgunlaştırılan buğdaylar ezilip içlerinden buğday özü çıkarılıp çeşitli işlemlerden geçirdikten sonra kurutulur ve özellikle bebek maması olarak kullanılırdı. Ama fazla yapıldığı için arada bir büyüklerin yemesi içinde tatlı ihtiyacımızı karşılamak amacıyla pişirilip ikram edilirdi. Ya biz çok fazla tatlı çeşidi pasta, çikolata, gibi şimdiki tatlı çeşitlerini bilmediğimiz için bize çok ama çok tatlı gelirdi
Artık bakkallarda, marketlerde nişasta bulmak kolaylaşıp evde yapmaya göre ucuzladıkça, üstelik bir de kar amacıyla tarlalara ektiğimiz buğday çeşitleri de nişasta yapmaya uygun buğdaylar olmadığı için bizim o küpler de işlevsiz kalıp bir kenara atıldılar. Komşularla aramızdaki bahçe sınırının yakınında sürekli gömülü duran küpümüzün hangi yıl hangi şartlarda kırılıp yok olduğunu tam net hatırlamıyorum. Lakin yerinde olduğu yıllarda yanından geçerken aldığım o ekşi buğday kokusunu hiçbir zaman unutmam.
Nişastalık buğday çıkarılınca içinde su bulundururduk, serin olurdu. Yanında biraz daha küçük olanında annem tereyağı, süzme yoğurt ve peyniri saklardı. Küpün serinliği yanında bulunduğu bahçe çeşmemizin toprağı ıslamış olmasından dolayı çevresinin neredeyse sürekli ıslak ve serin olmasıydı.


Nişastanın ardından sıra bulgur kaynatmaya gelirdi. Orak bitmiş, çapa işleri hafiflemis, Mevsim hafif hafif akşamları serinlemeye başlamıştır. Büyük kazanlarda kaynatılan buğdaylar dibek’te dövülecek kıvama gelene kadar kurutulurdu. Lakin o kaynama, o kuruma aşamasında yaydığı koku bizi avuç avuç buğday yemeğe teşvik ederdi. Damaklarda kalan o tat, “Hadi bir avuç daha ye “dedirtir adeta buğdayla karnımız şişerdi. Kuruyan buğdaylar akşamları karşılıklı oturan genç kızların dibeklere doldurulmuş buğdaylara tokmak vuruşları ile buğday kabuğundan ayrılır, bulgur çekme taşında ufalanacak hale gelirdi. Dibekten sonra bulgurluk buğdaylar tekrar yıkanır, kurutulur, karşılıklı oturmuş iki kişinin çevirdiği üst üste konmuş iki taş arasına ortasındaki delikten avuç avuç dökülen buğdaylar, kırılır, incelir, kışlık bulgur olurdu. Gelsin köy tavuğu ile pişmiş bulgur pilavı.
28.11.2024 / İstanbul

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir