HASİP AGA (ENGİN)
26.12.2019
Bugün derste öğrencilerimle topaç (mıli) çevirdik. Dikiş ipliği makarasından mıli yaptık çevirdik. Telden iki tekerlekli şeytan arabası yaptık sürdük. Kısacası günümüz çocuklarına geçmişteki çocukluğuma ait oyuncaklarla oynama fırsatı verdim. İşlediğimiz parçanın başlığı oyuncak idi. Konusu da geçmiş ve günümüz oyuncakları ve karşılaştırılması idi. Sanayileşme, özellikle Çin sanayii dünyayı ucuz, plastik oyuncaklara boğdu. Şimdi de sanal oyuncaklar çocukları hatta büyükleri bilgisayar ekranı, telefonlar karşısında oyalayıp duruyor. Ruhları yok. Bizim çocukluğumuz oyuncakları çok basit oyuncaklardı. Zor yapılan ve zor bozulan oyuncaklardı. Sebebi zor ele geçmesi ve zor edinilmesi idi. Günümüz çocukları çok kolay elde ettikleri oyuncakları çabuk bozuyor. Ya da doygunluğun verdiği keyifle çabucak bir kenara atıyor. Ona ruhunu, heyecan, gurur, mutluluk gibi duygularını katamıyor. Bir öğrencime topacı çevirmesi için talebi üzerine verdim. Tabii ilk atışta çevirmesi mümkün değildi.
– Al dedim. İpi sardı öyle bir hırsla attı ki elinden. Hızlı atınca çok ve hızlı döneceğini düşündü. Topaç yuvar teker gidip ilerde yan gelip yattı.
– Hocam niye olmadı? dedi.
– Evlat bana ilk topacı dedem aldı ve onu nasıl çevireceğime dair gözlem yaptırıp ilk defa kendi çevirdi. Diğer bir topacı da bir ağaç dalından kendisi yaptı. Nal mıhı ile demir çubuğunu yaptı. Kamçı ile çevirmeyi öğretti. Ben de öğrenme isteği, onda öğretme sabrı vardı. Şimdi sana bu fırsatı verecek bir dede ve zaman yok. Şimdi “beybladeler” bile kalktı tedavülden. Eliniz kolunuz, parmaklarınız oyuncaklara değil sadece klavyelere değiyor. Ekran görüntüsünden ibaret sanal oyunlar ve oyuncaklar var.
Bizim oyuncaklar ya kendi elimizden çıkardı ya da büyüklerimizin elinden.
Elimizi, kolumuzu kullanmayı öğrenirdik. Dikkatli olmayı kendimize veya başkalarına zarar vermeden neyi nasıl yapacağımızı önce büyüklerden gözlemler sonra da onu taklit yoluyla yapmaya çalışırdık. Arada kazalar geçirdiğimiz de olurda o da işin tuzu biberi idi. Onu bir başka yazıda anlatırım artık. Bütün bu oyuncaklar ve el emeği işler bana köyümüzün marangoz atölyesi sahibi Hasip agayı hatırlattı. İlkokul yıllarımda sınıf arkadaşım Hüseyin Uyanık halasının eşi olması sebebiyle Hasip aganın atölyeye gider kurşun kalemlerini açtırırdı. Hasip aga öyle özene bezene yapardı ki bu işi kalemtraştan daha güzel ve düzgün açılırdı kalemin ucu. “Ne olur benim kalemi de bir defa aç.” diyesim gelirdi.
Şimdi bu yazının asıl konusu olan Hasip Agayı tanıyalım.
Hasip (Aga) Engin, Dağlı Kadirler Sülalesindendir. Yayalardan evliydi. Eşinin adı Ürküş -aslında Rüküş- Fakat Adasarhanlı’da Rüküş isminin söylenişine hemen hemen hiç rastlamadım. Aaa o da ne, Rüküş de neymiş. Bal gibi Ürküş işte denmemesi için ben de Ürküş yazıyorum.
Dört çocukları vardı. Büyüğü Kadir. Bostancı Ahmet’in kızı Safiye hanım ile evli. Tülay, Yusuf, Fatma isminde üç çocukları oldu. Tülay, Balabancık’ta evli bir kızı, bir oğlu var. Oğlu köyümüzden Kadir Yakınlar’ın kızı ile evli. Kızı Çanakkale’de hemşire olarak çalışıyor.
İkinci çocuğu Yusuf köyümüzden Rahim Özgün’ün kızı Remziye ile evli. Bir oğlu, bir kızı vardır onların da. Yusuf Tekirdağ’da limanda vinç operatörü olarak çalışıyor. Eşi ve çocukları da Tekirdağ’da çalışmaktadırlar.
En küçük kızı Fatma Halamın gelini, Yeğenim Ramadan’ın eşidir. Onların da iki erkek çocukları var. Erdi şu sıra askerde. Bu yazının yazıldığı tarihte dağıtıma gidecek. Şırnak-Uludere’ye çıkmış dağıtımı. İki numara Eren Liseyi bitirdi Üniversite sınavlarına hazırlanıyor.
İkinci çocuk Ruhi Engin de Çerkezköy-Kapaklı’da yaşıyor. Bir oğlu , bir kızı var. Çağlar evli ve bir erkek çocuğu var. Kızının adı Çiğdem’dir. Adnan doğru ile evli. O da Çerkezköy’de. Bir oğlan, bir kızları var.
Üç numara Semiha’dır. Meriç’te evli. Biri kız, biri oğlan ikiz çocukları var.
Dört numara Ayşe. Sarıcaali köyüne evlendi. Onun da iki çocuğu var. Çocukları Edirne’de yaşıyorlar.
Hasip aga köyün pek çok ihtiyacını o küçük atölyesinde o gün için ihtiyacı görecek cinste olan aletleri ile yapardı. Elektrikli modern ve pahalı aletler almadı. Çünkü artık yaşlanıyordu ve ihtiyaçlar başka türlü şeyler oluyordu. Bunun için değmezdi. Yaptıkları içinde neler yoktu ki… Boyunduruk, öküz arabası tekeri, arış, hatta öküz arabasının, at arabasının neredeyse tüm parçaları demek daha yerinde olur. Yaba, alıp götüren (Abgötüren), tırmık, tınaz küreği, elek, gözer, vb
Yürümeyi öğrenen küçük çocuklar için üç tekerlekli yürüteç arabası hala evinde duranlar olduğuna eminim. Sadece telefonla fotoğrafını çekip yorum bölümüne yazmak kalıyor o kişilere de.
Yine bebeklerin yatması, uyuması için yaptığı salıncaklara ne demeli. Belki de en derin, huzurlu uykularınız o salıncaklarda uyuduklarınızdı.
Bekar bir öğretmen kendisinden rica etmiş, pek çoğumuzun “asker bavulu” olarak bildiği tahta bavul yapmış. Tahta onun eline geçince adeta hayat bulmuş. Hayata şekil ve anlam katan bu güzel insanlara ne mutlu. Şimdi de onun yolunda tam olarak aynı iş diyemesek de yeğeni Necmettin Kılıçer, gidiyor. O da oyma yaparak ağaç dalları ve köklerinden heykeller yapacak kadar güzel işler çıkarmaktadır.
Evdeki hamur tekneniz, yufkalar açtığınız yastaç (Yassıağaçlar) Hasip Aganın elinden çıkma olabilir. O eski baklavalar, börekler nerede diyorsanız sebebi plastik leğenlerde karılan hamurlar olabilir. Hasip Aganın hamur teknesinde yapılan tarhana ve kuskusların daha lezzetli olduğu konusunda bahse girebilirim.
Yaşlananlara da yapılacak bir şeyler olmalı diye düşünmüş olmalı sadece bebeklerin yürümesi değil ki yaşlıların da yürümesi sorun. Onlar için de birer baston yaparak “beşikten mezara, doğumdan ölüme insan için” prensibini gerçekleştirmiştir.
Bütün bu işler bir hobi olarak başlamış onda ve zamanla meslek halini almış. Çiftçiliği neredeyse hiç yapmamış. Önceleri kardeşi, daha sonra da çocukları yapmışlar. O genellikle atölyesinde zanaatını sürdürmüş.
Bugün artık atölyesinin yerinde yeller esiyor. Büyük bir özen ve itina ile kullanıp bakımlarını yaptığı malzemelerinin son halleri nedir diye oğlu Kadir Engin’e sordum. “Bazıları duruyor fakat bir çoğu dağıldı, gitti. Artık kullanacak adam olmayınca dağıttık.” dedi. İlk zamanlar kendisi atölyede kendi işleri için ufak tefek şeyler yapıp tamir etmiş fakat o devirler kapandı her şeyin yenisi daha ucuz oldu ve uğraşmak yerine alır olduk biz de.” dedi.
Hasip aga, hem yaşı gereği bir şeyler yaparken yorulduğundan hem de köydekilerin eskiden ihtiyaç hissettiği şeylerin bitmesi sonucu farklı arayışlara girdi. Son işleri kadınların düğünlere giderken yanlarında götürmeleri için tabureler imal etmek oldu. O zamanlar düğünlerde sandalye kiralanmazdı. Düğün sahipleri kütükler üzerine tahtalar koyar basit oturaklar yaparlardı. Yaşlılar onlara oturur gençler düğün boyunca ayakta durulardı. Erkekler tamamen ayakta idi. Düğün salonlarından ilki olan kışlık düğün salonu yapılınca sabit sandalyeler alındı. Demir bacaklı, tahta oturaklı sandalyelerdi bunlar. Arkalarında DS (Düğün Salonu) yazardı. Çünkü aynı sandalyelerden köy kahvelerinde de vardı ve karışmaları önlenirdi böylece.
Hasip aganın yaptığı tabureler dayanıklı ve hafifti. Kime lazımsa eşi kahvede siparişi verir Hasip aga da ona göre yapar telsim ederdi bitince. Öyle çok pahalı olmazdı. Şimdiki insanlar gibi bütün emeğinin karşılığını istese onu kimse satın alamazdı. Malzeme parası çıksın, üç beş kuruş da çay, kahve parası çıktı mı “şükür” der, geçiştirirdi.
Tabureler boya cila olmadan sade ağaçtandı. Ancak zamana yenik düşmesin, başka taburelerden ayrılsın diye alanlar tarafından boyanırdı. Annemin taburesi duman grisi boyanmıştı. Hala duruyor. Düğünde sandalyelere bağımlı kalmadan oturmak için hala yanında taşıyan var mıdır bilmiyorum. Sorup öğrenmeliyim. Yok gitmiyormuş kimse taburesi ile. Plastik sandalye icat oldu tahtanın saltanatı sona erdi.