EDİRNE ADASARHANLI KÖYÜ

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Ailelerimiz
  4. »
  5. GÜLSEREN EBE

GÜLSEREN EBE

Enver Erkan Enver Erkan -
665 0

02.04.2020

GÜLSEREN ÖZGÜN (EBE)

GÜLSEREN ABLA

Benim ebem Yenicegörece köyü halkından Kavas Adife imiş. Ben doğduğumda Yenicegörece köyünde devlet ebesi ve köyde sağlık ocağı yokmuş.

Adasarhanlı köyünde de ilk sağlık ocağı 1963/64 yılında İrfan Üzüm’ün muhtarlığı zamanında yapılmış, Emrullah Koyunlu muhtarken açılmış.

Köyümüzde Sağlık Ocağı, ve ebelerin gelişi ile ilgili Abdullah Durgun’dan öğrendiğim kadarıyla şu şekilde bir süreç işlemiş.

1960-61 yıllarında Ergene boyundaki seddenin yapılışı sırasında Kamışlı’daki şantiyede görevli bir greyder operatörünün hanımı olan emekli ebe Suzan Hanım ilk ebemizmiş. Köyde iğne yapacak kimse olmadığından Suzan hanım bu işleri fahri olarak yürütmüş. Abdullah Durgun’un şu anda garaj olarak kullandığı yeni binanın olduğu yerdeki eski evleri ilk sağlık ocağı ve lojmanı imiş. Suzan ebe orada kalmış. Bir yıl kadar kaldıktan sonra o gitmiş ve yerine devlet memuru ebe olarak Şenay ebe gelmiş. Kısa bir süre İrfan Üzüm’ün evinde kaldıktan sonra şu anda cami imamı Hüseyin beyin lojmanı olan sağlık ocağı binasını yaptırmış. Şenay ebe lojman ve ofis olarak iki bölüm olan bu binaya geçip hizmet vermiş. 1965-1967 yılları arasında iki yıl kalmış köyümüzde toplam olarak. Antalya Serik’tenmiş. Eşinin adı da Ali Akpınar imiş. İki de erkek çocukları olmuş, daha sonraki zamanlarda. İsimleri Uğur ve Enderdir.

Şenay ebeden sonra üçüncü ebe olarak Gülfiye ebe gelmiş. İki yıl kadar da o kalmış köyde. Onun eşinin ismi de Celal’miş.

Dördüncü ve köyümüzde en uzun süreli görev yapan ebemiz Gülseren Sönmez (ÖZGÜN)’dür. Çoğunlukla kendinden küçüklerin hitabıyla Gülseren ABLA

Gülseren Ebe Uzunköprü’nün Kırcasalih beldesindendir. İbrahim-Havva Sönmez çiftinin altı çocuğundan tek okuyan çocuktur. O yıllarda yeni açılan Edirne Sağlık Okulunun ilk mezunlarındandır. Ailenin en küçük çocuğudur aynı zamanda.

Gülseren Ebe Adasarhanlı’nın olmazsa olmazıdır. Adasarhanlı ile özdeşleşmiş isimlerdendir. On dört yıl köyümüzde hizmet ettikten sonra 1981 yılında Uzunköprü Devlet Hastanesine tayin olmuş. Orada yedi seneye yakın bir süre hizmet ettikten sonra 1988 de emekli olmuştur.

Köyümüz ilk görev yeri olmasa da o öyle sayıyor. Çünkü ilk atama olarak Havsa’ya atandığı halde geçici görevle Kurtbey’de altı ay kadar çalışır. Sonra babasının rahatsızlığı sebebiyle bir yıl kadar kendi köyü olan Kırcasalih’te görev yapar. Tayin dönemi gelince sağlık müdürü kendisine: Seni yeni, çok güzel ve rahat edeceğin bir yere atayacağım deyip Adasarhanlı’ya atar. Gelip görür ve ertesi günü köyünden eşyalarını da alıp gelir, köyümüzde göreve başlar. Yıl 1967’dir.

Köyümüzden Emrullah Özgün ile evlenir. İlk çocukları Gülay 1969 yılında dünyaya gelir. Gülay Babaeski’de evlidir.  İkinci çocukları yine kız ve Gülcan. Üç numara Hüseyin. Dedesi Hüseyin Özgün’ün adı verilmiştir. Hüseyin ata, dede, baba mesleği çiftçilik ve ticaretle meşguldür. Uzunköprü’de ikamet etmekte ve köyle Uzunköprü arasında iş durumuna göre gidip gelmektedir.

Gülseren Ebe’nin de Uzunköprü’de evi vardır. Daha çok köyde olmak üzere arada Uzunköprü’ye gidip orada da kalmaktadır. Yazları deniz evine gitmektedirler.

Gülseren Ebe diyor ki:

Geldim köy şimdiki ile kıyaslanması mümkün değil, berbat durumda. En kötüsü de tuvaletler, giderleri sokaklara akıyor. Kaymakam ile görüştüm hiç de yasal olamayan bir bildiri ile tuvaletlerin çukurlara bağlanması gerektiğini söyledim. Köyün hane hane listesini yapıp kahvelere astım. Kim çukur açıp üzerini örterse oradan adını silsin, yoksa 25’er lira ceza uygulayacağım. Bu konuda Küplü’de çalışan genç bir doktor arkadaş da yardımcı oldu. Ev ziyaretlerini birlikte yapardık. Doktor olunca daha etkili oluyordu. Köylerde verem, sıtma çoktu. Hepsinin kontrolünü yapardım. Neredeyse tamamı tuvaletlerini çukurlara bağladı böylece bir sıkıntıyı atlatmış olduk.

Olayı yakinen yaşadım. Bizim tuvalet çukurunun kazılmasında babama eşlik ettiğimi hatırlıyorum. Üzerini kapamıştık iyi kötü. Arada içine toz kireç atardık.

Gülseren Ebe’nin anlatımıyla devam edelim.

Ebe olmama rağmen yerine göre hemşire yerine göre doktordum. Kafaya dikiş atabiliyordum. Onu da agrafla yapıyordum. İğne dikişi bilgim yoktu. Sonradan devlet bize bu konularda eğitimler verdi, iğne dikişini de öğrendim ve uyguladım. Ancak ayak, kol gibi büyük derin yaralanmalarda ben hastayı dikemiyor doktora sevk ediyordum.

Bir gece kapımız hayli sert çalındı. Gerçi alışığız böyle durumlara da yine de telaş oluyor insan, fırladık eşimle yataktan. Baktık kapıda yaralı vaziyette Kasap Hüseyin. Düşmüş motosikletten yara bere, kan revan içinde. Yaptım pansumanını. Eşim:

– Hüseyin ağbi götüreyim seni evine, dediyse de:

-Yok ben giderim, dedi.

Sağlık ocağının basamakları da yedi sekiz basamak var. Adamcağız hem sarhoş, hem yaralı paldır küldür düştü. Biz seğirttik arkasından. Güya tedavi ettik, pansuman ettik. Hüseyin aga daha fena oldu. Ama artık yapacak da bir şey yoktu. Emrullah aldı onu evine götürdü. Ertesi gün gelip motosikletini aldı. Bazen acıların içinde de hayatın hoş yanları filiz verebiliyor. O anda korkup üzüldüklerimiz sonra tatlı bir anı oluyor.

İkinci sağlık ocağımız 1975 yılında yapıldı. O zaman muhtar Hüseyin Özgün’müş. Yani Gülseren Ebe’nin kayın babasıydı rahmetli aynı zamanda. Orası da bir zamanlar aklımda kaldığı kadarıyla boş bir arsa idi. Köy gençliği ve köyde çalışan öğretmenlerden özellikle Özgür Duranlar, Müsebbiye hanım’ın voleybol maçları yaptıkları yerdi.

Gülseren Ebe der ki:

– 1975’te açılan ikinci sağlık ocağına eski sağlık ocağındaki malzemeleri apar topar taşıdık. Taa Ankara’dan geldiler açılış yaptık. Tekrar malzemeleri eski yerine taşıdık ve son düzenlemeler bitince yeni sağlık ocağında göreve devam ettim.

Yeni sağlık ocağımızın olduğu yer de üç yıldan beri köyün yazlık düğün salonu olarak hizmet ediyor. Yeni sağlık ocağı bakımsızlıktan ve gereksizlikten yıkıldı. Gülseren Ebe’den sonra gelen birkaç Ebe’den sonra artık devlet köylere ebe atamaz oldu. Hastalar merkezi konumdaki sağlık ocaklarına yönlendirildi.  Sağlık ocaklarımızda yıllarca Gülseren Ebe sayesinde bebek ağlamaları duyuldu. Pek çok insanımız ilk tokadı onun ellerinde yedi kaba etine. Allah sağlıklı uzun ömürler versin kendisine de dünyaya getirdiklerine de.

İlk kimdi doğumuna eşlik ettiğin? diye sorduğumda:

-Berra Alan’ın doğumu idi dedi. Hesaba göre Sadettin Alan’ın doğumu oluyor. Daha yeni gelmişim köye. Evde eşyalar yerlerde, darmadağın. Yerleşmemişim bile. Geldi Karaahmet ‘in hanımı Lütfiye yenge haber etti. Hemen apar topar gittim. Kolay bir doğum oldu. Rahmetlinin altıncı çocuğunun doğumu. Zaten önceki görevlerimden iyi kötü artık tecrübeli bir ebeyim. Köyün yabancısıyım, yol iz bilmem, insanları tanımıyorum, tek sorun oydu, dedi.

Benden önceki ebeler onlarda kaldığı için Lütfiye yenge bana da çok sahip çıktı. Çok girip çıktım evlerine. Çok bulundum sofralarında. Allah onlardan razı olsun. diye bitirdi konuşmasını.

Senden de Allah razı olsun Gülseren ABLA.

Gülseren Ebe ile ilgili birkaç anımı da anlatayım noktayı koymadan önce.

Yirmili yaşlarımda bir yaz günü buğday biçerken kırkma ile parmağımı kestim. Şimdi o tarlamız toprak taşıma alanı oldu. Eski mezarlığın karşısında, Kamışlı sırtında, yarım dönüm bir yerdi. 1976 yılının eylülünde vefat eden dedemden kardeşim Celal’a miras kaldıydı. Aralarında öyle anlaşmışlardı. Parmak kesilince bıraktım işi yoldan geçen bir traktörün arabasına bindim. Meğer bir araba salatalık toplamış adam satmaya geliyordu köye. Dedim; aga,  yiyeceğim, ama para yok. Dedi: “Ye beya.” Köye gidene kadar ne kadar aldıysa midem yedim. Gittim sağlık ocağına Gülseren ebe parmağıma pansuman yaptı sardı, uğurladı beni. Geçti zamanla parmağımın yarası.

Geldi kasım üstü bu defa çeltik biçiyoruz Eskibağlık’ta. Daha sabah ilk hamlede gene aynı parmak gitti. Üniversitede öğrenciyim o yıl. Gene tuttum yolu, yayan yapıldak gene Gülseren’e.

Abe kade! (Kardeş demek).

-Sen bu işleri yapma. Biçtin bu yaz durmadan parmaklarını, dedi. Gülüştük. Sardı sarmaladı yallah eve. Sol elimin dördüncü parmağı, ya da tekerlemedeki –Selam -i kadir- parmağımda kesiklerden izler kaldı, anmalık.

Bir defa da yaz ortasında sıtma oldum. Gittim Meriçte iğne verdiler, “Git köyde yap iğneni.” dediler. Gittik Danabaşın İbrahimle.

Gülseren Ebe dedi ki: “Kızan bu iğne çok ağır. Bir kaç gün önce Kambır Remziye’ye yaptım, kadın yerinden kalkamadı.

Dedim: Böyle de bir yanıyor bir donuyorum. Kurtulmam lazım.

Ben söyleyeyim de dedi. Yaptı iğneyi. Haklıymış. Bacak kaldı sedyede. İleri geri konuşuyorum kadına. Hiç iplediği yok beni. Gülüyor. Abe kade, dedim ben sana böyle olacağını ne zırlayıp duruyorsun. Hadi topla kendini git. Gelen hastam var dışarıda, seni mi pışpışlayacağım.

Kapı önüne zor attım kendimi, o sıra çok hamile kadın var, doğum yapan var beni içerde tutamıyor. Kapı önünde durdum İbrahim acele eder, “Hadi işim var.” diye. Zor şer gittim, yattım evde.

Beşinci ebe yine uzun süre köyde hizmet etmiş olan Küçük Altıağaç köyünden Vesile hanımdır. Eşi Nevzat hoca da okulumuzda öğretmen olarak görev yapmıştır.

Onun da ardından ama kalıcı, ama geçici görevli ebeler olduysa da eski tadı olmadı o işlerin.

Gülseren Ebe’nin ardından ne sağlık ocağı ile işim oldu. Ne de sağlık ocağı bana o kadar sıcak geldi. Biri imam evi, biri düğün bahçesi olan sağlık ocakları bakalım gelecek zamanlarda kimlere ne amaçla hizmet ederler. Biz zamana atalım çentiğimizi de.

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir