EDİRNE ADASARHANLI KÖYÜ

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Anılar
  4. »
  5. EKMEK ÜZERİNE

EKMEK ÜZERİNE

Enver Erkan Enver Erkan -
370 0

Her gün bir yerden göçmek ne iyi,

Her gün bir yere konmak ne güzel

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş,

Dünle beraber gitti cancağızım

Ne kadar söz varsa düne ait

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”

 

Bizim dönemin çocukları çok fazla oyuncak tanımadı, bulduklarımızı da koruduk kolladık tamir edip edip uzun süre onu kullandık. Komşumuzda, akrabamızda, büyüğümüzde bir bisiklet varsa ona imrene imrene hayranlıkla baka baka belki bir defa bineriz ya da önüne arkasına bizi alır da gezdirir diye hayal kurar, sıra beklerdik.

Bazen bir yerden bir yere giderken yürüyerek gittiğimiz halde sanki bize gökyüzünden para yağmış o para ile alınmış bir bisikletimiz olurdu ve biz ona binerek gideceğimiz yere giderdik. Üstelik yolculuk sırasında kendi kendimize kavga ettiğimiz de olurdu, bisikletin rengi, bisikletin yüksekliği konusunda. Ortada olmayan bisikletin rengini dert ederdik kendi kendimize. Öyle yapınca zaman, hayal daha uzun sürer; yolculuk da daha kısalırdı. Motorsiklet için biraz daha büyümemiz gerekiyordu.

Motorsiklet köyde sayılı idi. Bakmayın siz şimdi öyle her hanede olduğuna. Bir elin parmaklarını geçmezdi onlar zamanında. Onu iş makinesi, nakliye aracı olarak kullanırdı sahipleri. Kasabın Jawa balıkçılık içindi. Yusuf Dikbaş, Mehmetali Dikbaş iş icabı kullanırdı, sed bekçiliğinde. Karaahmet Mehmet hocamız da öyle. Küplü’ye imamlık için gidip gelişini motorsiklet-Jawa- ile yapardı. Sonra motorsikletin arkasında heybe ile ekmek de getirmeye başladı.

Büyük ihtimalle Hoca’nın bakkal dükkanı köyde ekmek satan ilk bakkaldı. Bakkal dükkanında ekmek satılmaya başlandığında belki de komşularımızla mecburiyet ilişkilerimiz ilk defa kopmaya başladı. Külüne muhtaç olduğumuz komşumuzun yarım somun, bir somun ödünç ekmeğini istemek yerine bakkaldan bir koşu gidip alıp gelmek, öğünü onunla geçirmek ilk defa denediğimiz ama sonra zamanla alışıp kabullendiğimiz bir durum oldu. Neredeyse her hafta bir fırın ekmek yapardı annem. Ekmek bittiğinde iş güç zamanı belki ekmek yapmayı ertesi güne bırakmak zorunda kaldığında nasıl olsa ödünç değil mi komşulardan birinden bir somun ekmek alır ertesi gün fırından çıkınca sıcak sıcak geri verirdik. İşte ne zaman ki Mehmet hoca Jawa motosikleti’nin arkasında heybelerde odun ateşinde pişmiş fırından mis gibi somun ekmekleri getirmeye başladığında artık komşuya gitmek yerine dükkandan almak hoşumuza gitti.

Avcı toplayıcı toplum olmaktan çoktan çıkmıştı insanlar. Ticaret hayatı her gün biraz daha gelişiyordu. Takas sisteminin yerini alış veriş almaya başlamıştı hızla. Daha önce de bakkallardan pek çok şeyi almaya alışmıştık ama ekmek almak ilk defa oluyordu. Çünkü Küplü’de vakit namazlarını kıldıran Mehmet hoca öğlen ve ikindi namazlarından sonra fırından aldığı ekmekleri getirip bakkal dükkanındaki dolaba koyuyorlardı. Bayatlamıyordu hemen öyle günlük tüketiliyordu. Zaten çok fazla sayıda getirmiyordu. Şimdi durup dururken aklıma geldi oğlu Hasan’a soracağım bakalım bizim köye günde kaç tane ekmek bırakıyor. O zamanlar biz köylüler ara sıra ihtiyaçtan alırdık. Köyümüzdeki tek memur olan öğretmenler bakkaldan mecburen ekmek alırlardı. Yoksa ya günlük şehre gidip gelenlere ısmarlayıp getirtecekler ya da ev sahiplerinden, komşularında temin edeceklerdi.  Şimdi köyde neredeyse fırın yakan insan yok denecek kadar azaldı. Sebep köyde genç nüfusun kalmaması. Ekmek yapmaya zaman ayırmak istemeyiş.

Ah ah ah neler geldi aklıma. Yapılışı çocukluk yıllarımda –Hilmi dede sağ, İbrahim dede sağ, Abdullah aga sağ- olan ve beş altı yıl kadar önce bahçelerimiz arasındaki duvar ömrünü tamamlayıp bir gün kazasız belasız yıkılınca yenilemek gerekti. Ustalar tutuldu, malzemeler alındı, yaz tatili olduğu için ben de başlarında; yanlarındayım. Kardeşim arada tarlaya kıra, meraya gidiyordu. Mecburen Cerenle biz ustaların başında idik. Tabii ki komşularla ortak yaptığımız için Emine yengem de kendi tarafından duvarın yapılışı aşamalarını izlemekteydi. Bahçelerinde yıllardan beri yakılmayı bekleyen artık tamamen çürümüş o kadar çok odun vardır ki – hala dururlar- ben inanmıyorum ki onlar yakılarak bitsin eninde sonunda çürüyüp toprak olacaklar. Mehmet ağamın ömrü yetmedi. Emine yengemin de yetmez ömrü o onları yakıp bitirmeye. İşte odunların dışında ekmek yaparken fırını ısıtmak için biriktirilmiş eski püskü dediğimiz malzemeler de vardı. Bunlardan bir tanesi de traktörün yağ filtresi idi.

-Emine yenge, bunu artık at işe yaramaz; istersen anneme ver, o hurdacıya satar yerine ip alır, çetik örer demiştim.

-Hiç olmaz, dedi. Ben onunla fırını yakacağım, ekmek yapacağım, demişti.

Emine yengeme aynalar, baktığında ne söyler bilemeyiz tabii ama biz bakınca onda artık fırın yakacak, ekmek yapacak hal kalmadığını fark ediyorduk.

Bakkalların hepsinde artık ekmek vardı. Hatta neredeyse bazen her gün Uzunköprü’ye gidip gelen oğlu İdris ona istemediği kadar ekmek getirirdi. Ama Emine yengem gençlik yıllarındaki gibi hala ekmeği kendisi yapıp Uzunköprü’ye gelinine, torunlarına ekmek göndereceği günlerin geri geleceği hayaliyle yaşardı. İnsan ömrünün daima yaşlanmaya gittiğini kabullenmek istemiyordu. Bir gün gençliği geri gelecek, eski kuvveti geri gelecek, sağlığına kavuşacak ve o tekrar fırın yakıp ekmek yapacak zannediyordu. Sadece o değildi belki de bunu zanneden köyde o kadar çok insan o zan ile fırını seyrede seyrede “ah ah zamanında sende ne ekmekler pişirmiştim”, diyerek terki dünya eylemişlerdir.

Artık annem yok hurdaları köye gelen hurdacıya verip yerine ip alsın da çetik örsün. Onlar bizim için birer mazi oldu. Emine yengemin kıyamadığı yağ filtresi ne olmuştur gidince duvardan aşırı bahçeye bakmazsam unuttuğumdandır. Büyük ihtimalle bahçe süpürülüp temizlenirken çör çöple Büyükdere çöplüğüne gitmiştir.

Köyde pişen ekmeklere gelince komşumuz Hediye abla güzel ekmek yapardı. Bilmiyorum onun ekmekleri her zaman beyaz ve kabarık, yumuşak olurdu. Vardı bir şeyler

yine köyde en son yediğim ve tadını bir türlü unutamadığım köy ekmeği İlhan Filiz’in köprü altında yaptığımız piknikte evden getirdiği ekmekti. Ya ben çok açtım ya da ekmek çok güzeldi. İkincisi daha mantıklı geliyor bana. Çünkü karnımın doymaması için hiçbir sebep yok. Koskocaman bir kuzuyu pişirmişlerdi. Ben etten çok ekmek yedim, diyebilirim. Ekmekçiyim zaten kim ne derse desin. Hiçbir zaman sabit bir fırına bağlı kalmam, nerede güzel ekmek var, hangi fırın güzel ekmek çıkarıyor onu tespit edersem özel olarak gider gerekirse ondan ekmek alırım. Odun ateşinde pişmiş ekmekler her zaman tercihim oldu.

İlhan Filiz’e o zaman teşekkür ettim ekmek için, eşine iletmesi için ve buradan da bu yazı sebebiyle bir kez daha eşine teşekkür ediyorum. En son yediğim en tatlı en lezzetli köy ekmeği de diyebilirim ya da ben öyle hatırlıyorum diyelim, hadi diğerlerini de hatırı kalmasın, diye ama öyleydi. Yapacak bir şey yok. Hatta İlhan demişti ki madem o kadar çok beğendin bir somun ekmek vereyim. Onun tadı o zamandı. O an güzeldi. Sonradan o kadar güzel gelir miydi bilemediğim için damağımda kalan o tadı silmek istemediğimden unutmak istemediğimden, “Boş ver, kalsın, demiştim. Bu iyiydi hakkınızı helal edin.

Yenicegörece’nin ekmekleri güzeldi bir de. Onlar ekmeklerini bizim gibi tavada yapmazlardı. Tekneden aldıktan sonra iri susakların içerisinde kabartırlar, sonra fırına temizledikleri zeminin üstüne koyarlardı. Odun külünün kokusuyla pişerdi ekmekleri. Onlar bir de pırnal, ardıç dedikleri kokulu, küçük bodur ağaçları yakarlardı fırını ısıtmak için. Teyzelerim fırını yakarlar yeterli ısıya ulaşınca külleri çeker, kalınca bir sopanın ucundaki iri bir bez parçası veya kenevir çuval ıslanıp onunla fırının zeminini temizlerlerdi. En fazla içeriden susakları fırın başına taşıma işine yardımcı olurdum. Lakin severdim onların somun ekmeklerini. Hatta denk gelirse köye gelirken bir somun da alırdık.

Nerede nereye geldik ama neredeyse 350 hanelik köyümüzde şu anda kaç hane açıktır ve bu açık hanelerden kaçında muntazaman ekmek yapılıyordur çok merak ediyorum gerek de yok onca telaşa sıkıntıya.  Başta zaten fırını ısıtacak odun kalmadı köyümüzde. Ah Ömer amca el arabası ile büyük dereden az mı çalı taşıdı. Onlar seviyordu köy ekmeğini. Onlara da sorayım bakalım hala ekmek yapıyorlar mı diye. Hiç zannetmiyorum ya.

Sordum en az üç senedir hazır alıp yiyorlarmış.

Daha ne kadar çok değişimi kabul edeceğiz ömrümüz oldukça acaba?

Çok oyuncağa da ihtiyacımız kalmadı bir telefon yetiyor akıllısından.

 

25.06.2024

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir