MANAVLAR
Manavlar, kuzeyden güneye doğru uzayıp giden sokağımızın güney yönümüzdeki ilk komşularımızdır. Danabaşlar kuzey, Manavlar güney komşumuzdur. Manavlar da kayıplarım, kayıp gidenlerim, çekip gidenlerim arasında çok yer tutuyor. İlk önce büyük kız Emine abla gelin olup gitmiş Balabancık köyüne. Ali Yenigün’ün eşi olarak. Emine abla çeşitli vesilelerle gider gelirdi köyüne görür konuşurduk. Şimdi yaşlı ve kime neden gidip gelsin. Kala kala iki erkek kardeş kaldı. Gökhan amca da kendi halinde, bir de Nebi amca kaldı onca kardeşten geriye.
Mehmet Ergen (Manov Mehmet) komşumuzun dört erkek iki de kız çocuğu vardı. Emine abla yukarıda dediğim gibi benim hatırlayamayacağım bir yaşta evlenip gitmiş.
Hasan aga anne, babasının yanında ev bulup sığınamadığı için köyün dışında oluşan yeni sokaklardan birine taşındı kendi evini yapıp.
Devlet akıllı. Köylülere arsa tahsisi yaparken köyün şu andaki hane sayısına göre değil de ileriki yıllarda ortaya çıkacak ev ihtiyacını karşılayacak arsalar da vermiş köylülere. Şimdilik ev yapılmasa da bağ, bahçe olarak kullanılır sonra da ev yapılır düşüncesiyle. Hasan aga da o zaman da şimdi de köyün dışı sayılan yerden kendine köy merasına bir gecekondu yaptı, oturdu içine. O zaman muhtar komşumuz Mehmet Ceviz olsa gerek ki komşusu Hasan ağaya göz yummuştur. Sanki koca merada yer kıtlığımı. Eninde sonunda yine mera oldu arsa. Kimse sırtında götürmüyor dünya malını. Hasan aga köy muhtarlığı adına -Pazvantlık -gece bekçiliği- yaptı uzun yıllar. Baba evinin olduğu ve kendi evinin olduğu sokağa açılan sokağımızı çok arşınladı. O evde üç kız iki oğlan çocuk yetiştirdi ve sokağımızın sonundan da olsa tabutu içinde gitti son mekanına. Bir zaman sonra da beş çocuğunun beşi de; kızlar gelin oldu gitti başka yerlere, oğulları da iş bulup hayatlarını sürdürmek için gittiler sokağımızın eski sakinleri olarak. Hane kapalı ve kardeşim Celal bahçelerini sürüp ekip biçiyor kimi hayrına kimi paylaşımlık. Daha ne kadar sürer bilemeyiz. Son ne olacak bizim ardımızdan. Ben gördüklerimi, bildiklerimi aktardım Hasan agam ve evi ile ilgili.
Üç numara Gökhan amca, babasının temelinde kendine ev yaptı, depo yaptı, kaldı. Küplü’den Kazdağlardan Nazmiye yengemizle evlendi. Düğünlerini hatırlıyorum. Nazmiye yengenin sokağımıza gelin geldiği gün hafızamdadır. Hayal meyal de olsa. Çünkü ardından kardeşi Ayşe,kaynı Nebi ağaya eş olarak, kendine de elti olarak geldi sokağımıza.
Onun büyük oğlu Tamer 1986 yılında henüz on dokuz yaşında tabut içinde gitti son yolculuğuna sokağımızdan. Halbuki o günün sabahında işine gitmişti sokağımızdan. Ne var ki cenaze arabası ile girdi son olarak sokağa ve tabutla gitti. İşin zor yanı o gün köyde değildim ve tutamadım tabutun kolundan, mezarına bir kürek toprağı “cennet mekan olsun” dualarımla atamadım. Zaten atabilir miydim, dayanabilir miydim? onu da bilmiyorum ya. Kardeşti bizim için Tamer. Sonra kardeşi Murat büyüdü evlendi. Annesi biraz da olsa dünya ile bağ kurmaya başladı torunlar doğunca.
Ama Murat da kalamadı uzun zaman sokağımızda. O da geçim derdi, dedi; hanımını çocuklarını alıp yanına; evinin eşyasını atıp bir kamyonet kasasına Keşan Yayla’da aldı soluğu. Tamer ve Samet isimli iki delikanlı sahibi. Allah onlara sağlıklı, mutlu uzun ömürler versin. Gelinimiz Küplü’den Hasan Dallı’ın kızı Gülay. Sokağın transferlerindendi. Kısa sürdü sokağımızda sayı olarak belki geçirdiği zaman ama hatırı büyüktür.
Dördüncü çocuk Nebi Ergen. O da babasının bahçesinde yer bulamadı kendine.Dar geldi baba ocağı, aldı hanımını, çekti gitti. Köyün kenarındaki boş arsalardan birinde mekan tuttu kendine. Kıvrık İbrahim’den almış arsayı. İki kız bir oğlan yetiştirdi orada. Çocuklardan ikisi sokağımızdan bebek yaşlarında çıkıp ancak amcalara, halalara, teyzelere misafir geldiler. Aslında babasının arsasında hala söz sahiplikleri ve hakları var. Ama arsadaki paylarını Gökhan amca geçici olarak kullanıyor. İlerde bir gün arsa lazım olur da değerlenirse kullanacak. Şimdilik öyle bir şey söz konusu değil. Gelecek ne gösterir bilemeyiz.
Kızları Yasemin ve Ayşe büyük hala Emine’nin yolunda Balabancık köyüne evlendiler. Gelin olup gidenler kervanına katıldılar sokağımızın sakinleri.
Ahmet de Çerkezköy’de yaşıyor ekmeğinin, rızkının peşinde. Eğer hepimiz orada olsaydık sokağımızın terk edip giden sakinleri, şu dört hanenin gidenlerine bile çoktan dar gelecekti.
Ahmet Küçükdoğanca’dan Nigar’la evli. İki kız çocuğu sahibi onlar da. Büyüğü Aleyna, küçüğü İlayda. Allah hepsine sağlıklı, huzurlu, mutlu bir ömür nasip etsin inşallah.
Beşinci çocuk Süleyman aga. O benim efsanem. Ağabeyimdi. Islığına kurban olduğum. Çok erken gitti. Hiç yakışmayan bir zamanda gitti. Sokak onunla dolu hala gerçi. Son fotoğrafı oğlu Mehmet’in düğününde gelin arabasının gelmesi anıydı. Biliyordum kalbinin bir minik serçenin ya da avının peşinde koşup kazanmış bir avcı olarak dişlerinin arasında bir ceylanla yatan aslanın yorgun kalbinin körük gibi atışına benziyordu. Ne demek onun büyük muradı idi eve bir gelin gelmesi. Hanenin, soyun sürecek olması. Biliyordu gerçi gelininin o hanede durmayacağını ama arada gidip gelmeleri bile yetecekti ona. Günlerce anlattı düğünle ilgili olacakları, olan biteni. Kendi traktörünü kaynı Hüseyinle ortak aldıklarında da yaşıyordu o heyecanı. Öyle böyle değil anlatma üzerine ustaydı. Severdi anlatırken tasvirleri, hayalleri çok yer tutardı anlattıklarında. Ben de severdim onun hayallerini dinlemeyi.
Annesinin vefatının ardından ağabeylerinin evlenip çoluk çocuğa karışması ile ailedeki insan sayısı artınca pek çok ailenin yaptığı gibi sepeti koluna herkes kendi yoluna hesabı bahçeye kendi evlerini yapıp kız kardeşi Zekiye abla ve babası ile soktular başlarını evlerine. Yeni evin ilk geleni Resmiye yenge oldu. Süleyman agam evlendi. Biraz geç de olsa. İşte o zaman da Süleyman ağamın yüzünde güller açarken damarlarında kan Ergene Nehri’nin nisan yağmurları sonrası coşkun akışı gibi gürültülü akıyordu. O evlilikten ilki Ayşe olmak üzere dört çocuk geldi dünyaya. Ayşe, Filiz evlenip gittiler Balabancık’a büyük hala ve kuzenler gibi. Sanki komşularım Balabancık’ta toplandılar. Ki bu sıra bayramlarda orada toplanıyorlar. Farkında olmadan hane Balabancık’a taşında. Mehmet Çerkez’de iş, eş buldu ve evini de aldı orada. Artık o da sokağımızın pek çok Çerkezlisi arasında. Şeyma kızı ve Mert Ege oğlu da büyüdüler artık. Görebilseydi Sülayman aga, Resmiye yenge. Biliyorum ki mutluluktan keyifleri on numara olurdu. En son Figen de “Madem ablalarım Balabancık’ta ben de giderim” deyip, evlendi Balabancık’a. Birlikten kuvvet doğar misali. Yalnız kalmaktansa birlikte olmaları daha güzel. Zaten önden giden halalar, teyzeler, ablalar, kuzenler orada idi. Küçük vilayet, sokağımız sayesinde nüfusunu arttırdı.
Evin gidenlerinden biri de son çocuk Zekiye abla oldu. Muharrem enişteye aşık oldu yaş kemale geldiğinde. “Gideceğim en üst baştan en son sokağına köyümüzün” dedi ve gitti. Babasına ve ağabeyine; “Beni Muharrem’e vermezseniz kaçar, giderim.” diyecek kadar da aşkına sahip çıkabilmiş biriydi Zekiye ablam. Ahh ah çocukluğumun has ablası. Komşum, yol göstericim. Allah var ya biz kardeşten öteydik. Sevinçte, acıda, mutlulukta, hüzünde hep bir ve beraberdik. Zekiye abla hepimizi kardeş bildi elinden geldiğince sahip çıktı bize. Yeğenlerinden ayrı görmemiştir bizi hiç. Günün konusu hep ortaktı. Birimizin bildiğini muhakkak diğeri de bilirdi. Yok kız kıza konuşmaları gerekir de bize duyurmak anlatmak istemezlerse kuş dilince konuşurlardı aralarında. Hayat ona maalesef yeterince güzellik sunmadı. Çok erken denilecek yaşta aldı onu da aramızdan Süleyman agası gibi. İki oğlan çocuğu kazandırdı hayata. Ender ve Hasan. Biliyorum ki evlatları analarına doyamadan gitti bu dünyadan Zekiye ablam bir tabut içinde köyümüzün mezarlığına. Ve son gidişimde kabristanı bayram ziyaretimizde çektim Zekiye ablamın mezar taşının resmini. Okudum ruhuna bir Fatiha tüm yaşadıklarımız ve yaşasaydı hala keşkelerim için