ZAFER
Sokağın başında Zafer göründü. Ağır adımlarla başı önde bir suçlu olarak terziye doğru geliyordu. Yazın sıcak günlerinde rahatsızlığı ona sıkıntı veriyor ve serinlemek için bulduğu en pratik yol elbiselerinin dikişlerini sökerek havalanmaktı. Dikişler sağlamsa zorluk çıkarırsa elbiseyi yırtardı. Artık ona elbise diktirmekten bıkan abisi söylenir, bağırır çağırırdı. Yakın akraba, tanıdık, konu komşular giymedikleri elbiselerini Zafer’e verirlerdi. Ertesi gün elbisenin dikişleri sökülmüş, bir yeldirme halinde sallanıp durduğunu gördüklerinde biraz buruk da olsalar gülümseyip geçerlerdi. Ömrü bu kadarmış elbisenin artık yapacak bir şey yoktur. Zafer daha bebek denecek yaşlarında ateşli hastalık geçirmiş, beyni hasar görmüştü. Akli melekelerinin büyük bir bölümünü kaybetmişti. Okuyup yazmayı becerip beceremeyeceği, eğitilip eğitilemeyeceği konusunda tereddütlü olan aile ceza almamak için okul çağı geldiğinde okula gönderdi. Ancak öğretmenler bir süre kendi bilgi ve tecrübelerinin yanında iyi niyetlerini de katarak denemelerine rağmen hemen hemen hiçbir olumlu gelişme kaydedemediler. Bir aylık bir zaman geçince aileye çocuklarının özel öğretime ihtiyacı olduğunu, bunu da ancak büyük şehirlerde yapan okulların olduğunu söylediler. Aile o zaman toplumun hemen büyük bir çoğunluğunun kader deyip kabullenmesi gibi olayı kabullendi. Zaferin okul, eğitim hayatı sona erdi. Öğretmenler ne kadar uğraşsa da Zaferi odaklayamıyorlar, öğrendiği küçük şeyleri de çok kısa sürede unutuyordu. Kızıp sinirlendiğinde çocuklara vurabiliyordu. Eli de hayli ağırdı. Bir çocuğa zarar verebilir çocuğun ailesine ve devlete karşı sorumlu olabilirdi okul ve öğretmenler.
Terzi, Zafer’in niye geldiğini artık görüntüden anladığı için işi varsa bekletir. Bu arada ona bir çay ısmarlar, gününde ise Zafer’i konuştururdu. Yok, konuşmak istemezse Zafer çayını içer, boş gözlerle etrafı izlerdi.
O sırada azalardan Bekir de konuşacak adam arıyor olacaktı ki terziye geldi. Terzi köyün haber merkezi, stres atma, vakit geçirme yeri değil miydi? Hemen her bilgi daha tam olgunlaşmamış da olsa orada verilir, duyulurdu. Kim hasta, kim borçlu, kim neşeli, kim sözlenecek, kim ayrılacak, kim kavga etmişse haber orada şekillenir. Haber konusu olan da kendisi ile ilgili çok zaman uydurulan eklenip dallanıp budaklandırılan, şekillenen haberin yanlışlığına, eksikliğine aldırmadan doğru kabul ederdi. Zira uğraşsa da haber artık başka bir şekli zor alırdı. Bazen gerçek duyulur, eski haberle ilgili “yok öyle değilmiş doğrusu şöyleymiş” dense de itibar edilmezdi.
Zafer, aza Bekir’in başındaki şapkaya dikti gözünü. Severek bakıyordu. Şapka yeniydi. Daha bir ay var yoktu köye gelen seyyar pantolon,ceket, ayakkabı, şapka satıcısından almıştı. Ucuz bulup iki tane almıştı değiştirmelik de bulunsun diye. Sıcakta başına güneş geçmemesi için şapka giyerdi Zafer ama onu da sık sık bir yerlerde unuturdu. Evden çıkarken birileri fark edip başına koymazsa şapka giymeden çıkardı dışarı.
Terzi elindeki işi kenara bırakıp Zafer’i dükkâna sokup pantolonunu çıkarttı. Zafer tezgâhın arkasında iç donuyla bekliyordu. Terzi sol bacağın baştan sona ayrılan dikişini iki yol dikti. Zafer, “Oldu giy bakalım pantolonunu,” dedi. Tabii bu ağız alışkanlığı ile söylenmiş bir sözdü. Belki bugün akşama kadar tekrar aynı yerden veya diğer paçadan pantolon sökülebilirdi. Gömlekler bile sökülüyordu çok zaman. Giyilecek hali kalmışsa dikilir yoksa yenisi ile değiştirilirdi.
Pantolonu giyip dışarı çıktı. Dükkânın duvarına dayandı. Aza Bekir ona bir keyif sigarası verdi. Çay da tazelensin diye kahveciye seslenildi. Gün Zafer’in günüydü adeta. Çaylar, sigaralar içildi. Zafer kalkıp gitmek üzereyken aza Bekir’e “ Bekir, şapkayı versene.” dedi. Bekir bir an düşünmeden şapkasını çıkarıp Zafer’e uzattı. “Madem hoşuna gitti, al bakalım Zafer. Eminim bana senden çok yakışacak.” diye de takıldı. Zafer bu kadar kolay olacağını düşündü mü düşünmedi mi belli bile olmadı. Çünkü Zafer’in ne zaman düşünüp düşünmediği, ne zaman ne düşündüğü belli olmazdı. Bekir’den içgüdüsel bir refleksle istemiş de olabilirdi. Bekir’den aldığı şapkayı başına takan Zafer sevindi mi sevinmedi mi onu bile belli etmedi. Yerinden kalkıp içeri yöneldi tekrar. Aynanın karşısına geçip kendine, şapkasına baktı. Terzi dışardan seslendi ona, “Nasıl güzel mi?” diye. Zafer belli belirsiz “Güzel.” Dedi. Dışarı çıkıp doğru köyün içine yöneldi bir süre sonra gözden kayboldu.
Aza Bekir yaptığının iyilik mi, yoksa nasılsa belki de ertesi günü göremeyecek şapkasına yazık mı ettiğini düşündü. Ama olsun. İyilik iyiliktir. Boşuna söylenmemiş ya. İyilik yap denize at. Balık bilmezse, Halik bilir diye. Zafer unutsa da aza Bekir ve Terzi bu olayı, Zafer’i mutlu etmiş olmayı unutamayacaktı. Unuttuklarında zaten nasılsa bir yerlere kaydolmuş olacaktı.