Biçim için gelen biçer döver sayısı, biçilen alan miktarı her geçen gün biraz daha artıyor.
Bu tarlanın pek çok anısından unutamadığım henüz beş altı yaşlarındayken başkaları yarıya etmişti. Herkes tarlasını kendisi biliyordu. Üstelik kırkma denen aletle. Oranın farklı bir versiyonu. Dişli olanı ile. Bizimkiler de biçim yaparken dedem kanalda kalan az sudaki balıkları fark etmiş. Beni çağırdı hadi tut dedi. Tutuyorum ama balık bu durur mu. Ben de korktum falan ama dedem cesaretlendirdi. Çünkü o girip üzerini çok batırmak da istemiyor. Kanalda ne kadar balık varsa tuttuk. Babanlara hadi bize eyvallah dedik. Balıklar elimizde yürüyerek hadi bilemedin en fazla diyelim ben eşek sırtında doğru köye. Evde bir eşeğimiz neredeyse 1972 yılına kadar oldu. Son sıpayı köyde Seferlere sattıydık. Kızıla yakın ve tülü tülü kılları vardı sırtında. Beni sırtından atmıştı ilk alıştırıldığı zamanlar. Babam onu cezalandırmıştı.
Dedemle evde balıkları temizledik, babannem de pişirdi. Akşam yemeğimizde balıkları afiyetle bir güzel yedik. Güzel karpuz yapardı bu tarla. Yıllar içinde neler edilmedi ki. Bin dokuz yüz seksenlerin başı dönüm noktası oldu. O günden beri neredeyse çeltik dışında bir şey ekilmedi.
Bu tarla köye bir, bir buçuk kilometre yürüme mesafesinde ancak vardır. Köyümüzü oluşturan üç köyden birisi – diyelim ki mezra- vakti zamanında bu bölgede kurulu imiş.
Bir ara onun da hikayesini yazarım inşallah.