EDİRNE ADASARHANLI KÖYÜ

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Ailelerimiz
  4. »
  5. (Almanyalı) Süleyman ÜRKMEZ

(Almanyalı) Süleyman ÜRKMEZ

Enver Erkan Enver Erkan -
649 0

SÜLEYMAN ÜRKMEZ
Bazen yazmayınca rahatsız olurum. Elim ayağım dolanır, yapacağım hiçbir iş tat vermez. İllaki sonunda yazar rahatlarım. Bağımlı insanları hiçbir zaman eleştiremedim. Okumak ve yazmak benim için nasıl bağımlıksa. Günlüğüme bir şeyler yazar rahatlarım en azından. O da olmasa fihriste bir cümle de olsa not düşerim. Bir şeyleri yazıp kayıt altına almak sanki gelecek nesillere olan borcumu ödemek gibidir.
Bazen de “yaz” derler yazamam. Yazılacak gibi olsa zaten ben onu oturur yazarım.
Bu yazıda da çok zorluk çektiğim, çekeceğim kesin. Bazen bir şeyleri kendimizden bile saklarız. Bilmemek, öğrenmemek, ya da bilsen de bildiğini söylememek daha önde gelir yazmaktan, anlatmaktan.
Süleyman Ürkmez ile ilgili bildiklerimin neredeyse tamamı kulak dolgunluğudur. Onun Almanya’ya gitmeden önceki halin hatırlıyorum. Sokağımızın karşı bölümünde yer alan baba evlerinde yaşadığı zamanları, belki de henüz evlenmeden önceki hallerini.

Süleyman aga 1970 yılında köyümüzde akrabaları olan Nigar hanımla evlenmiş. Nigar hanım, Niyazi Çetin’in yeğenidir. Abdullah Dalkıran’ın kayın validesi Zille abla ve Davut Tunalı’nın annesi Nazmiye Tunalı akrabalarıdır. İpsala’ya bağlı Korucuköylüdürle, bir yanları Adasarhanlılı olmakla birlikte.
1971 yılında ilk çocukları Nuray dünyaya gelir.
Sonra bir Almanya macerası yaşadı. 1973 yılında gitti Almanya’ya. 1974 yılında eşi ve tek çocuğu Nuray’ı aldırır Almanya’ya. 1975 yılında ikinci çocuk Bahriye gelir dünyaya iki yıl sonra 1977’de de Levent doğar.
Fotoğraflardan birinde olduğu gibi filmlere konu olan Almancıların neredeyse tümü gibi o da eşi ve çocukları ile tatillerde köyümüze arabası ile gelirdi. Evine, kahveye, gezmelere onunla giderdi.
Köyümüzden giderken sahip olduğu imkanlardan çok fazlasına kavuşmuş çok insanımızın maddi durumundan daha ileride imkanlara sahip olmuş, refah seviyesi yükselmişti. Pek çok insan ona gıpta ederdi. Ya da ben öyle hissederdim.
Almanya’nın ne işi ne de parası biter deyip döndüğünde köyünde kendine başını sokacak bir evi, az da olsa kendi toprağını işleyeceği küçük bir traktör, ayağını yerden kesecek bir araba için yetecek para ile ülkesine, köyümüze 1984 yılında geri döndü. Gurbetin derdi, çilesi yerine ülkesinin, köyünün, işinin derdini çekerdi. Haklıydı da. Önce köyün kenarında bir arsa satın alıp evini yaptı. Traktörünü, arabasını edindi. Her şey iyiydi. İyi gidiyordu. Almanya’ya gitmeden dünyaya gelen kızları Nuray’ın ardından iki çocukları daha olmuştu gurbet elde. Böylece tek başına çıkılan gurbet macerası beş kişi olarak son bulmuştur.

Yalnız, yaşanmasa neler olurdu bilemediğimiz ama yaşanan ve aileyi yasa boğan o trafik kazası dönüşlerinin üzerinden henüz bir yıl bile geçmeden yaşandı. O kazada Almanya’da dünyaya gelen iki çocukları da öldü. Ortanca çocuk bahriye ve küçük çocuk Levent maalesef henüz çocuk yaşta uçup gittiler. Daha sonra Nagihan dünyaya geldi. Belki acıları hafifletir, belki bir erkek çocuğu olur da aileyi, soyu, soyadı sürdürür diye. O zamanlar köy yerde, tarım toplumunda erkek çocuk olmalı idi bir evde. Anne babaya bakacak, onların yaşlanınca eli ayağı olacak, onlara sahip çıkacak bir erkek çocuk. Kader Nagihan dedi. Onlar da büyüdü evlendi, çoluk çocuk sahibi oldular. Hayat kendi mecrasında aktı geçti.
Çocuklarına gelince;
Nuray 1994 yılında Balabancık köyünden Şenol Dalgıçla nişanlandı. O zamanlar köyümüz kızlarının Balabancıklı delikanlılarla evlenme modası mı diyeyim, akımı mı diyeyim alıp başını yürümüştü. Bu yazıları derlemeye başladığımda fark ettim ki pek çok kızımız Balabancık köyüne evlenmiş. Oradan bizim köye gelin gelenlerle kıyaslarsak grafik bizim köy aleyhine bir eğri oluşturuyor. Allah hepsine eşleriyle, çoluk çocuklarıyla güzel ömürler geçirmek nasip etsin inşallah. 1995 yılında evlenirler, 1998 yılında büyük oğlu Safa Mustafa, 1999 yılında ikinci çocuk Samet, 2002 yılında da kızları Merve doğar. Safa Mustafa Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Elektrik bölümü mezunu, şu an İstanbul’da çalışıyor.
Samet, Çanakkale 18 Mart Üniversitesinde son sınıfta okuyor. Merve üniversite sınavına girecek. Dualarımız onun başarısı için. Nuray’ın eşi köyde çiftçilik yapmaktadır.
Nagihan’a gelince 1986’da dünyaya geldi. 1994 yılında annesi felç geçirdiği için ilkokuldan sonra okumadı.
Sonrasını kendinden dinleyelim:
Babam çok istedi okumamı ama ben kabul etmedim. Ondan sonraki dönem hastanelerle ev arasında geçti zaten. 2006 yılında İlhan Soyupak’ın oğlu Seçkin Soyupak ile evlendim. Çorlu’ya taşındık, burada iki çocuğum oldu. Oğlum İlhan Mert 2007, kızım Elif 2016 doğumlu. Eşim Çorlu Ticaret ve Sanayi Odasında çalışıyor. Ben de tekstil fabrikasında. Annemle babam birbirlerini çok severdiler. Dualarımda hep onlar gibi kıymet bilen, birbirini seven bir yuva vardır bu yüzden.
Süleyman agayı sükuneti ile tanıdım, hiç aşırılığı yoktu. Komşumuz Ömer amca ile son yılarlında kahveden eve bazen konuşarak bazen konuşmasalar da birbirlerinin halinden anlayan susmaları ile yürürlerdi. Ömer amca zaten konuşamazdı. Süleyman aga da içindeki acıyı dışa vuracak sözcükleri bulmakta zorlanan bir tavırla yürürdü. Yazımın başında da dediğim gibi bazen konuşmadan anlamak, anlayabilmek, herkesin bildiği bir durumu “bırak benim olsun, bende kalsın” demektir susmak. Ya da içinin yangınını daha fazla ateşlememektir susmak. Belki köz olur da söner diye beklersin. Çığlığın içinde bütün zaman ve mekanları kaplamıştır. Ancak yanındakine duyurmamak için susarsın. Ömer amca ile yürümek bu suskunluğa ilaçtı diye düşünüyorum.


Sonra yıllar içinde artık kahveye gidip gelirken dermansız kaldığını fark eder oldum. Artık bekleyenlerini daha fazla bekletmemek için gitmekte sabırsızlanan bir hal gözlüyordum. Gitti de. Hanımını evlatlarına emanet edip gitti. Hanımı da yılların acısını, kederini, sevincini paylaştığı evini bırakmak istemedi. Bahçeye Süleyman aga ile diktikleri fidanların gölgesinde ferahlatmaya çalıştı o da yanık yüreğini. Evlatlarının ısrarlarına rağmen neredeyse son nefesini vermeye yakın köyünde kaldı. Eli ayağı artık kendisi için yetmiyordu ancak evinde olmanın huzurunu seviyordu. Çocuklarına yük olmak istemiyordu belki de ancak bilmesi gereken de şu idi asıl evinde kaldığında çocuklarına sıkıntı oluyordu. İşte dünya hali bu hepimiz gibi gitgellerle ömrünü tamamladı o da burada sevdiklerini sevenlerini bırakıp ötedeki sevdiklerinin yanına doğru sefer eyledi. Allah mekanını cennet eylesin.

Süleyman Agama, Hanımı Nigar yengeye ve erken göçüp giden yavrularına bir Fatihaya vesile olmak ümidiyle.
Güzellikler diliyorum.
15.05.2020

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir